Abhazya'nın kurucu lideri Arzdınba'ya dair
Sezai Babakuş
1990da acemi bir parlamento başkanıydı, kritik süreçlerde sınav verdi; halkının kaderine hükmetti ve ülkesini bağımsızlığa taşıyan gerçek bir kahraman oldu
Hiç kuşku yok ki, Abhazya bugünlere, Vladislav Ardzınbanın bilge, kararlı, karizmatik lider kişiliği sayesinde ulaştı. Onu 1989da Abhazyayı ilk ziyaretimde tanımıştım. O zaman, ekonomi editörü olarak çalıştığım Hürriyet Gazetesi adına, Türk-Sovyet Karma Ekonomi Konseyi toplantısı için Moskovaya davet edilmiştim. Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeçden 1 hafta ek izin koparmış, Moskova programı sonrası, Sovyet Yazarlar Birliğinden Rady Fish ve Vera Feyenovanın yardımları ile Abhazyaya gidebilmiştim. Gorbaçovun glasnost ve perestroyka fırtınası devam ediyordu ya, yine de 23 Ekim 1989da, Moskovadan bir uçağın diğer yolculardan tecrit özel bölümünde, tek başıma yolculuk ederek Sohuma ulaşmıştım. 130 yıl sonra anavatanla kuçaklaşmanın coşkusu, doğal güzelliğin ve 87 derecelik çaçanın sarhoşluğu, akrabalar, yazarlar, şairler, parlamenterler, bakanlar derken, 27 Ekim günü, Abhazya Tarih ve Bilim Enstitüsü Başkanı (1988de bu göreve seçilmişti) ve SSCB Halklar Meclisi üyesi (B.Şinkuba ve F. İskender ile birlikte o yıl Abhazyayı temsilen seçilmişti) V. Ardzınbanın odasındaydım. 1985de Hatti-Hitit tarihi üzerine doktorasını tamamlamış genç bir akademisyenken (14 Mayıs 1945 doğumlu) Abhazyayı da içine alan büyük değişimin anaforunda politikanın içine sürüklenivermişti. Dinamik ve karizmatikti. Abhazyada tanıştığım kişiler içinde en etkileyici olanıydı ve hiç kuşku yok ki, herkesten bir adım öndeydi.
Eski Sohum Limanına bakan Enstitü binasındaki ofisinde 4 dilin (Abhazca, Türkçe, İngilzce ve Rusça) harmanlandığı 1,5 saate yakın görüşmemizde, O Abhazyanın ahvalini anlattı, ben de Türkiyeninkini Ardzınbanın etnik contentinde Türklük vardı. Annesinin baba tarafı Abhazlaşmış Türktü, Osmanlıdan kalan
Abhazya kritik bir süreçe girmişti. Sovyetler dağılıyordu ve yerine neyin konacağı henüz belli değildi. Gürcistanda Abhazyayı ilhak heveslisi milliyetciler Zviad Gamsakhurdia öncülüğünde güç kazanıyordu. Kısa süre önce, 1.000 kadar milliyetci Gürcü militanın Abhazyaya saldırısı 16 kişinin öldüğü çatışmalarla püskürtülmüştü. 3-4 ay içinde Abhazyada parlamento seçimleri yapılacaktı ve Ardzınba, Abhaz ulusal hareketi Aydgılara (Birlik) tarafından desteklenen adayların başında yer alıyordu. Daha şimdiden Abhazyanın yakın geleceğine hükmedeceğini biliyor gibiydi.
Sonunda, Abhazya için yeni bir gelecek başlıyor. Buraya gelmeli ve bize katılmalısın diyiverdi.
Henüz politikanın acemesiydi ama inandırıcılığı ve ikna gücü yüksekti. En azından bana söktü Bunu düşüneceğim dedim. En az bir yıl sürecek mazeretim vardı.
30 Ekimde (tam da 30. yaşgünümde) Abhazyadan yüksek duygular ve karmaşık düşüncelerle ayrılmıştım. Söz yerindeyse vurgunu yemiştim. Sohumdan Batuma sekiz yolcu kapasiteli pervaneli bir uçakla katederek, henüz yeni açılan Sarp sınır kapısından geri dönmüştüm. Üç beş gün içinde, İstanbulun da, gazeteciliğin de, yaşamımın da katlanılmaz derecede sıkıcı olduğunu anlayıvermiştim (!). Çetin Emeç parlak bir kariyerin var, yazık etme dedi; oğul Simavi, Moskovada büro açma iznini yeni aldık, istersen Moskova temsilcimiz ol önermesinde bulunmuştu. Arkadaşlardan deli misinler, aile çevresinden de olmazlanmalar yükselmişti. Doğruydu, iyi bir mesleğim, işim, eşim, çevrem vardı. Kariyerim parlaktı. Kısa süre önce TÜSİAD tarafından yılın gazetecesi seçilmiştim vs. Herkes haklıydı.
Zaman kazanmak için, daha önce planlanmış (orada
yaşayan sevgili biraderim sayesinde) Amerika macerasına sığındım; dilini
geliştir, yeni dünyayı keşfet vs. cinsinden bir program... Sekiz ay sürdü.
Kendi eskisine, köklerine dokunan birine onlarca yeni dünya verseniz ne
yazar. Ben de yeni dünyanın eski insanlarına takıldım; biraz Kızılderili biraz
Amish (savaşı ve teknoljiyi reddeden bir halk) dolanıp durdum. Çetin Emeçin
öldürüldüğünü (7 Mart 1990) New Echotada (Gordon County/Georgia) sürgünde ölen
Çerokilerin (Cherokee) anısına yapılan Gözyaşı Yolu anıtını ziyaret edip
1984de 9.000 Nevajo ve Apaçilerin (Apache)
İki gün sonra Ardzınbanın huzurundaydım. Biraz şaşkın biraz memnun karşıladı. Düşünmek epey uzun sürmüş dedi. Böylece Sohumun iki gözde binasında (Ritsa Oteli ve Parlamento Başkanlığı) yeni hayata başlangıç yaptım.
Ardzınba, beklendiği üzere, 1990un başında yapılan seçimlerde parlamentoya ve ilk oturumda da Parlamento Başkanlığına seçilmişti. Abhazyanın siyasi yapılanmasında Parlamento Başkanlığı en üst makamdı. 1922de kurulan Sovyetler Birliği 1991in başında dağılmıştı. Dağılma süreci birliği oluşturan cumhuriyetlere bağımsız ülke statüsü kazandırıyordu. Ancak birlik içinde yer alan onlarca özerk cumhuriyetin, özerk bölgenin, kray ve oblastın ne olacağı belirsizdi. Birliği dağıtan Gorbaçov bu kadar detay düşünmemişti. Rusya, kendisine bağlı özerk yapılarla Federasyon oluşturmuştu. Bunun diğer ülkelere de örnek olması bekleniyordu. 28 Nisan 1991de Gürcistan bağımsızlığını ilan etmiş, Mayıs ayında yapılan seçimde de Zviad Gamsakhurdia devlet başkanı seçilmişti. Gürcistan yönetiminin Abhazya ve Acaristan özerk cumhuriyetleri ve Güney Osetya özerk bölgesi ile nasıl bir gelecek öngördüğü belirsizdi.
Kısaca, Abhazyanın kaderini yakından etkileyecek gelişmelerin göbeğindeydik.
Ardzınbanın gündeminde yapılacak çok iş vardı. Benim de İlk haftalar daha çok geçmişi öğrenmek bugünü anlamak üzerineydi. Tarihle yüzleştim. Dilimdeki, yüreğimdeki pası attım. Abhazyanın etnik dengeler üzerine kurulu siyasi, hukuki ve idari yapısını hatmettim. Isındım Bir bilgisayar operatörü (Mişa), bir Rusça-İngilizce çevirmen (Luda), iki Macintosh (kiril ve latin shift), bir renkli printer ile oluşturduğumuz enformasyon merkezimizde kolları sıvadım.
Parlamento Başkanlığının resmi yazışmaları için kurumsal bir konsept oluşturarak işe koyulduk. Önceliği ekonomi ve dış ilişkiler (özellikle diyaspora ile ilişkiler) alıyordu. Abhazyayı tarihi, siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyal yanlarıyla özet olarak tanıtan Türkçe ve İngilizçe bir dosya hazırladık. Ve yavaş yavaş Abhazyanın envanterini çıkarmaya, sektör analizleri yapmaya başladık. G. Gagulyanın başkanlığında Dış Ekonomik İlişkiler Komitesini kurduk. Yatırım ve Kalkınma Ajansı için çalışmalara başladık. Oçamcira limanı ve çevresini kapsayacak bir serbest bölge projesi geliştirdik. Sohum-Trabzon arasında doğrudan deniz ulaşımının sağlanması ve Sohum Gümrüğünün kurulması, diyasporadan olası geri dönüşcüler için kurumsal bir yapı oluşturulması vs. çalışmalarına başladık. Türkiyeden Abhazyaya ilk iş gezisini gerçekleştirdik. Sevgili dostum Mümtaz Demiröz (o sıralar Abhaz Derneği başkanıydı) ile birlikte bir otobüs dolusu potansiyel yatırımcıyı ve çeşitli yayın kuruluşlarından 7 gazeteciyi İstanbul-Sarp-Batum üzerinden (macera dolu bir yolculukla) Abhazyaya getirdik. Böylece ilk ortak yatırım projeleri hayata geçmeye başladı. (Bu gezi ile Abhazyaya gelen İzmirli iki Türk genç girişimcinin (Cahit ve Cem) öyküsü özel önem taşıyordu. Torbalıda kiremit-tuğla fabrikası sahibi bu gençler Abhazya İmar ve İnşaat Kurumu Başkanı A. Arşba ile Tkvarçal bölgesinde ön yatırım tutarı 1 milyon 300 bin dolar olan bir kiremit-tuğla fabrikası kurulması için anlaşmışlardı. Cahit ve Cem 1991/92 kışında Abhazyaya defalarca geldiler. Sonunda proje detaylandırıldı ve işin başlaması için Gagrabankda açılan ortak hesaba 100.000 dolar para yatırdılar. Bu para ile fabrikanın kurulacağı alanda hafriyata başlanmıştı. 14 Ağustosta savaşın başlaması ile A.Arşba ortaklarına karşı sorumluluğunu yerine getirerek-bankada kalan 78.000 doları çekip Nalçike götürdü, Cahit ve Cemi arayarak parayı Nalçikten alabileceklerini söyledi. Cem ve Cahit Nalçike gidip A.Arşba ile buluştular paranın yarısını Abhazyaya destek için bıraktılar. Bu para, savaş sırasında Türkiyeden Abhazyaya yapılan ilk yardım olarak kayıtlara geçti. Cahit ve Ceme cömertlikleri için, Arşbaya da dürüstlüğü ve örnek davranışı için tşk.)
Abhazyaya gelen gazeteci dostlarımın haberleri ve benim çeşitli gazete ve dergilerde çıkan yazılarımla, Türkiyedeki hem kendi camiamızın hem de genel kamouyunun ve iş çevrelerinin Abhazyayı tanımaları yönünde güçlü adımlar attık. Bu sayede Türkiyeden Abhazyaya çok hızlı geliş gidişler başladı. Çeşitli sektörlerde (tarım, inşaat, turizm ve orman ürünleri) ortaklıklar kurulmaya başlandı. Bu gelişme Abhaz-Adige işadamlarını da harekete geçirdi, kurdukları çok ortaklı şirketle (Nartaş) Abhazyada iş yapmak üzere kolları sıvadılar. Diyaspora ile ilişkileri daimi ve sistemli hale getirmek amacıyla Türkiyeden üç kişiye -Atay Ceyişakar, Cengiz Gül ve İrfan Argun- Abhazyayı temsil yetkisi verdik. (Kısa süre içinde dış temsilcilerimiz arasına ABDden Yahya-İnal Kazan ve İngiltereden George Hewitt katıldı. Nalçikten Moskovaya, Kazandan Ufaya temsilcilik ağı genişledi. UNPO/Temsil Edilmeyen Halklar Örgütü ile gayet verimli işbirliği kuruldu). Bu arada, Türkiyenin çeşitli bölgelerinden 25 kadar gencin Abhazyaya üniversite okumak üzere gelmesi umut ve heyecanı daha da artırdı. (Bu öğrencilerin bir kısmı kaldı ve Abhazyalı oldu; halen milletvekili ve Abhazya Ticaret Odasi Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Soner Gogua, Kardeşlik Vakfı Başkanı Oktay Çikatua ve Geri Dönüş Komitesinde görev yapan Erkan Kutarba ilk akla gelenler.)
Velhasıl diyaspora-anavatan köprüsü kurulmuştu ve işler iyi gidiyordu. Öyle ki, gelen-gidenle ilgilenmekten, hayali proje ve önermeler dinlemekten sıkılmaya bile başlamıştık. Kiminin milyar dolar sermayeli şirketi vardı, kiminin de Türkiyeyi yönetenleri yönetecek kadar siyasi gücü İlkokul mezunundan uluslararası siyaset, marangozdan makro ekonomi dersleri almaya alışmıştık. Dahası Abhazya ekonomisini bir anda düze çıkarmak için organize işler (sahte dolar basmaktan, kenevir-esrar yetiştirmeye kadar) öneren avantürler de peyda olmuştu. Olsun, Apsua dediğin yüksekten uçar dı
Gördüm ki, Abhazyanın en acil sorunu dış dünya
ile haberleşmesindeydi. Rusya ve Gürcistana entegre bir telefon sistemi vardı;
çok eski ve hantaldı. Bu sistemle uluslararası görüşme yapmak hemen hemen
imkansızdı. Yeni bir sistem için Türkiyeden destek arayışına başladım. Dönemin
Maliye Bakanı Adnan Kahveci ile ilşkilerim iyiydi, Ankaraya gelerek kendisi ile
görüştüm. Abhazyaya, toplam bütçesi 600 bin doları bulan 10 bin abone
kapasiteli bir telefon sistemi kurulması konusunda yardım sözü aldım. Ancak
Abhazyanın Moskova ve Tiflis ne der kaygısından kaynaklanan kararsızlığı ve
Kahvecinin görev yaptığı ANAP iktidarının sona ermesi nedeniyle bu proje
gerçekleşemedi. (Kaderin şu cilvesine bakın ki, 5 Şubat 1993de Adnan Kahveci,
eşi ve kızının trajik ölümünün kısmi tanığı oldum. 5 Şubat 1993de Abhazya
Dışişleri Bakanı Sait Tarkıl ve Yazarlar Birliği Genel Sekreteri Rauf Bijnu ile
temaslarda bulunmak üzere geldiğimiz Ankaradan İstanbula dönüyorduk; eski bir
Suzuki 4 çeker içinde, yeni açılan TEMde ağır aksak yol alıyorduk. Yol tenhaydı
ve Geredeye 30-
Ardzınbanın bitmeyen enerjisi ve geleceğe dair büyük umutları vardı. Yine de, 1991 sonlarına doğru şartların giderek ağırlaşması Onu da kaygılandırmaya başlamıştı.
Ardzınbanın bitmeyen enerjisi ve geleceğe dair büyük umutları vardı. Yine de, 1991 sonlarına doğru şartların giderek ağırlaşması Onu da kaygılandırmaya başlamıştı. Gürcistan, Abhazya ve Acaristan özerk cumhuriyetleri ile Güney Ozetya özerk bölgesi ile ilişkilerini düzenleyen anlaşmaları ve federal yapıdaki 1978 anayasını feshederek, 1921 anayasına dönmüştü. Abhazyanın Gürcistan yönetimine yeni dönemde nasıl bir siyasi-hukuki ilişki içinde olacaklarının konuşulacağı görüşme talepleri yanıtsız kalıyordu.
Abhazya bu sancılı süreçten geçerken Gürcistanda da işler karışıyordu. Gamsakhurdia karşıtları güçlenmiş, iktidar savaşı kızışmış, Tiflis ve Kutaisi gibi büyük kentlerinde sokak çatışmaları başlamıştı. Gürcistanın da karmaşık bir yapısı vardı; farklı etnik, sosyal ve siyasal klanlar arasında öldüresiye bir iktidar savaşı yaşanıyordu. En büyük hesepleşme, kendilerini asil Gürcü sayan Kartveller ile Gürcüleşmiş Megreller (Lazlar) arasındaydı.
Abhazya Parlamentosunda Abhaz ve Gürcü-Megrel vekiller arasında uzun, sert ve sonuçsuz tartışmalar yaşanıyordu. Abhaz aydınları ve halk temsilcileri tarafından kurulan, liderliğini Sergey Şambanın yaptığı Aydgılara (Birlik) hareketi, siyaset üzerinde baskısını artırıyordu.
Abhazya Özerk Cumhuriyetinin yönetim modelinde (protokolünde) en üst siyası otorite parlamento başkanıydı. Üç yardımcısı (Gürcü-Megrel, Ermeni ve Rus) vardı. Protokole göre, Abhazya Parlamentosu 28'i Abhaz, 26sı Gürcü-Megrel, 6'i Ermeni, 4ü Rus ve 1i Rum olmak üzere 65 milletvekilinden oluşuyordu. Başbakan ve Bakanlar Kurulunun siyasi yetkisi sınırlıydı. Daha çok gündelik idari işlerle ilgili yetkilere sahipti. Başbakan Gürcü-Megrel, bir yardımcısı Abhaz, bir yardımcısı da Ermeni idi. Diğer bakanlıklar da Abhaz, Gürcü-Megrel, Ermeni ve Ruslar arasında paylaştırılırdı. Dışışleri ve savunma bakanlıkları yoktu, bunlar Sovyetlerin yetki alanındaydı.
Bu denli karmaşık ve hassas dengeler üzerinde kurulu yapıda karar almak ve iş yapmak giderek imkansızlaşıyordu.
Yine sonuçsuz kalan bir parlamento toplantısının ardından, acemiliğin çaresizliğe dönüştüğü bir günün sonunda Ardzınba ile dertleşiyorduk. Bana genellikle ya soyadımla ya da danışman diye hitap ederdi.
Liderlik mi, diktatörlük mü?
Soruyordu, Söyle bakalım danışman, ne yapmalı?
Sözü dolandırmadım, Yetkileri tek elde toplamak gerek. Abhazyanın artık parlamento başkanına değil siyasi iradeyi üstlenecek güçlü bir lidere ihtiyacı var. Buna hazır mısınız?
Soruyordu, Bana diktatörlük mü öneriyorsun?.
Cevap, Diktatörlük değil, güçlü liderlik . Bunu siz üstlenmezseniz başkası talip olur.
Hızlı ve keskin siyasi gelişmeler ister istemez Ardzınbayı liderliye itiyordu. İlk adım, yönetim protokollerini zorlayarak, yasama ve yürütmeyi tek elde toplayacak fiili Devlet Konseyinin oluşturulmasıydı. Bu adım doğaldır ki parlamentodaki ayrışmayı hızlandırdı. Gürcü-Megrel vekiller kazan kaldırmıştı. Abhaz, Ermeni, Rus ve Rum vekillerin desteği ile Ardzınba ipleri tek elte toplamaya başlamıştı. Gürcü-Megrel vekiller kısa süre sonra Parlamentodan çekilerek, Turbaza Hotelde ayrı bir parlamento oluşturdular. Saflaşma, Gürcü-Megrel halkın sokak gösterileriyle destekleniyordu.
Abhazya ile birlikte Güney Osetyada da sıcak gelişmeler yaşanıyordu. Gürcistanın Güney Osetyanın özerkliğini kaldırma girişimi çatışmalara yol açmış, Osetya Parlamentosu 1 Aralık 1991de bağımsızlığını ilan ederek kendi silahlı birliklerini kurmuştu. Gamsakhurdianın eli silah tutan tüm Gürcüler Güney Osetyaya çağrısı Rusyayı harekete geçirmiş ve Rus ordu birlikleri G. Osetyayı desteğe gelmişti.
Bölgedeki siyasi-askeri gelişmeler Abhazya yönetiminin de önceliklerini değiştirmişti. Gerginlik çatışmaya doğru sürükleniyordu. İki kademeli bir strateji oluşturuldu; (1) Gürcistanın askeri müdahale hevesini kırmak, soruna görüşmelerle çözüm aramak için Gürcistan Yönetimini ikna etmek, (2) olası bir askeri müdahaleye karşın hazırlık yapmak Abhazyanın coğrafi konumu, tarihi, siyasi ve kültürel bağları dikkate alındığında nereden destek aranacağı belliydi; Rusya ve Türkiye
21 Mayıs 1991de, kardeş Kafkas halkları temsilcileri Abhazyaya destek için Sohumdaydı. Gelenler arasında en dikkat çekici kişi, hiç kuşku yok ki, siyah fötr şapkasıyla Cahar Dudayevdi Ve Dudayev Rusyaya meydan okuyordu
Rusya Federasyonu ile ilişkiler Federasyonda yer alan Kardeş Kafkas halkları ve cumhuriyetlerinin de katkılarıyla iyiydi. Ardzınba Moskova yönetimi ile ilişkileri, S. Baburin gibi birkaç etkin siyasetcinin desteği ile geliştirmeye çalışıyordu. Rusyanın, Gürcistanın Güney Osetyaya saldırısına hemen müdahale etmesi Abhazyada güven yaratmıştı. Bu arada, Kuzey Kafkas Halklarının birliğini sağlamak amacıyla 1989da kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu, 1-2 Kasım 1991 tarihinde Sohumda toplanan genel kurulunda Abhazyaya tam destek kararına varmıştı. Güney Rusyadaki Kazaklar Abhazyayı desteklemek üzere kalabalık bir heyet göndermişti. Ayrıca Abhazya gibi Gürcistan ile ilişkileri askıda bulunan Acaristan ve Güney Osetya yönetimleri ile ortak tutum belirlemek üzere temaslara başlanmıştı. 1991in 21 Mayısı (Kafkasyadan Osmanlıya sürgünün yıldönümü) tüm kardeş Kafkas halklarını Abhazyaya destek verdiği büyük bir gövde gösterisine dönüşmüştü. Adigeden Kabartay-Balkardan, Karaçay-Çerkesde, Çeçenistandan, Osetyadan, Dağıstandan yüzlerce delege Sohumun eski limanındaki Muhaceret Anıtında biraraya gelmişti. Konuşmacılar arasında en fazla dikkat çeken siyah fötr şapkasıyla Cahar Dudayevdi. Sovyet Strateji Hava Kuvvetleri Tümen Komutanlığı (Tümgeneral) görevinden ayrılmıştı ve 27 Ekim 1991de Çeçenistanın devlet başkanı olacağı siyasi yürüyüşünün başında bulunuyordu. Tüm kötülüklerin anası olarak tanımladığı Rusyaya meydan okuyan konuşması kalabalık üzerinde derin bir sessizlik yaratmıştı. (Yanımda duran Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Genadi Alamianın, Bu adam Rusyaya ve Ruslara karşı nefret dolu. Tanrı hepimizi bu nefretten korusun, Kafkasyaya kan ve gözyaşı getirmesin diye kulağıma fısıldayışını dün gibi hatırlarım.)
21 Mayıs anması çok dokunaklıydı. Hava karardığında tören katılımcılarının tümü sahile yayılmıştı. Ve her birinin elinde meşaleler, mumlar vardı. Sahili aydınlatıyorlardı, sürgünde giden kardeşleri dönerse yolu bulabilsinler diye. Ve çıplak ayaklarıyla Karadenizee dokunan Hibla Gerzmava (dünyaca ünlü soprano), Deniz kardeşimi geri ver diye ileniyordu. (Bu töreni ayrıca yazacağım)
Gürcistana karşı safları sıklaştırma çabası hararetli bir tempoda devam ediyordu. Ardzında sık sık Moskovaya gidiyor, Rusya ile ilişkileri güçlendirmeye çalışyordu. Eksik olan Türkiye ile yönetim düzeyinde ilişki kurmak ve büyük nüfüsa sahip Abhaz-Adige diyasporası ile ilişkileri daha güçlü hale getirmekti. Bu çerçevede Ardzınba ve beraberinde üst düzey bir heyetin Türkiye ziyareti, gerekli ve öncelikli hale gelmişti. Bunda ısrarlıydım, çünkü olası bir çatışmada diyasporanın desteğini kazanmak önemliydi. Öte yandan bu ziyaretin çeşitli riskler taşıdığının da bilincindeydim. Rusya tarafından nasıl karşılanacağı belli değildi. Zira, ete-kemiğe bürünmeye başlayan Rusya desteğini, karşılığı olmayan bir adımla riske atmak akıllıca olmazdı. Ayrıca, Türkiyenin resmi olarak Abhazya meselesini nasıl algıladığı belirsizdi ve başarısız bir ziyaretin Gürcistana karşı elimizi zayıflatacağı muhakkaktı. Arzınbanın da kafasında aynı sorular vardı. Ben, Türkiyede temsil yetkisi verdiğimiz 3lü (A.Ceyişakar, İ.Argun ve C. Gül) ile ziyaretin detaylarını kotarmaya çalışırken Ardzınba da Rusyanın nabzını ölçmeye çabalıyordu.
Gürcistanda iç savaş sonunda 6 Ocak 1992de Gamsakhurdia devrildi, yerine Beyaz Tilki lakaplı Shevardnadze geçti. Beyaz Tilki selefini aratmayacak denli şovendi
Gürcistanda şiddetlenen iç savaş iktidarın devrilmesiyle sonuçlanmıştı. 6 Ocak 1992de Zviad Gamsakhurdia ülkeyi terk etti ve Çeçenistana sığındı. Devirenlerin oluşturduğu Devlet Konseyi yönetime el koydu ve Devlet Konseyi Başkanlığı için Moskovadan Eduard Shevardnadze davet edildi. Beyaz Tilki lakaplı Shevardnadze, Sovyetler Birliğinin son dışışleri bakanıydı ve Gorbaçov ile birlikte Sovyetleri yıkan lider olarak Batıda yüksek krediye sahipti.
Shevardnadzenin gelişi Abhazyada yalancı bir umut yarattı. Gamsakhurdia gibi şoven ve saldırgan olmayacağı, Abhazya ile ilişkilerde akıl yolunu tercih edeceği beklendi. Ancak kısa sürede umutlar boşa çıktı. Beyaz Tilki selefini aratmayacak denli densiz ve şovendi.
Shevardnadzenin Batıdaki kredisi Gürcistana ihtilaflı konuma rağmen Birleşmiş Milletlere ve AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gibi uluslararası kuruluşlara üyelik sağladı. Bu üyeliklerle Abhazya, Acaristan ve Güney Osetya Gürcistan toprağı olarak tanımlanmıştı.
Abhazyada gerilim tırmanırken Haziran ortasında Güney Osetyada savaş patlak verdi. 18 Haziran 1992de Gürcistan birlikleri Güney Osetyaya saldırdı. Rusyanın müdahalesi ile 4 Temmuzda ateşkes imzalanarak güvenlik koridoru oluşturulmuştu.
O hafta Ardzınba Moskovaya gitti. Beş gün sonra döndüğünde yanına çağırdı ve Türkiye ziyaretini en kısa süre içinde yapmamız gerektiğini söyledi. Bunu farklı ihtimaller ışığında yorumladım; (1) Moskovadan umduğunu bulamamıştı, (2) Rusları kızdırmak pahasına Türkiye şansını kullanmak istiyordu, (3) Ruslara, siz destek vermezseniz başka kapılar açarız mesajı vererek etkilemek istiyordu, (4) Ruslar, Türkiye ziyaretine onay vermişti.
Hangisi diye sorduğumda hepsi cevabını vermişti.
24-31 Temmuz tarihlerini belirledik. Cumhurbaşkanı (Turgut Özal), Başbakan (Süleyman Demirel), Başbakan Yardımcısı (Erdan İnönü) Dışişleri Bakanı (Hikmet Çetin), Parlamento Başkanı (Hüsamettin Cindoruk), muhafete parti başkanları (Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit) ile görüşmeleri de hedefleyen bir program için çalışmalara başladık. Elbette, diyaspora ile şaşalı bir kuçaklaşma ihmal edilmeyecekti. Ardzınba ile birlikte Türkiyeye gelecek heyet K. Ozgan (Parlamento Dış Ekonomik İlişkiler Komitesi Başkanı), G. Dopua (Enerji, Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı), N. Çanba (Kültür Bakanı), G. Alamia (Parlamenter, Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı), A. Cergenia (Ardzınbanın Özel Temsilcisi ve Başdanışmanı) ve benden oluşuyordu.
Abhazya, Sovyetler Birliğinin gözde turizm merkezlerinden biriydi. 500 bin cıvarında insanın yaşadığı bu ülkeye her yıl 5 milyondan fazla turist gelirdi. Sovyetlerin dağılma süreci Abhazyaya turist gelişini büyük ölçüde engellemişti. Gelen turist sayısı 1990da 1 milyona, 1991de 400 bine ve 1992de de yüzbinin altına düşmüştü.
1992de iyice tırmanan gerginlik yüzünden Abhazyada yaşam giderek zorlaşıyordu. Ruslar ve Rumlar Abhazyayı terketmeye başlamıştı. Korku ve karamsarlık kanser gibi yayılıyordu. Korkuya meydan okumak üzere bir şey yapmak gerekiyordu. Ve ünlü açıkhava şenliği böyle başladı...
Güney Osetyadaki çatışmalar, o sıralarda Gagra, Pitsunda, Gudauta ve Sohum ve Oçamçira sahillerinde tatil yapanları kaçırmakla kalmamış, yerli halkı da sindirmişt. Sohumda yaşam giderek soluyordu, hava kararmadan kent yaşamı duruyordu; insanlar sokaklardan çekiliyor, evlerine kapanıyordu. Sohum neredeyse ölü bir kent olmuştu. Rumların Yunanistana, Rusların Rusyaya göçü hızlanmıştı.
Karamsarlık kanser gibi Sohumu rehin almıştı ve ben insanları sokaklarda tutmak için ne yapmak gerektiğini düşünüyordum. Ritsa Otelinin deniz tarafında Ermeni Agopun işlettiği cafe ve çevresinde haftada bir şarkılı-danslı bir açıkhava etkinliği düzenlemeye karar verdim. Türkiyeden gelen öğrencilerin ve yakın dostlarımın desteği ile Haziranın ikinci yarısı Cuma öğleden sonrası şenlik başladı. Müzik ve dans gruplarının performanslarıyla desteklenen bu mütevazı şenlik iki hafta içinde, taa Gagradan, Gudautadan, Oçamçira ve Tkvarçaldan da insanların geldiği, binlerce kişinin katıldığı, umut ve yaşamın korku ve karamsarlığa meydan okuduğu bir karnavala dönüştü. Abhaz, Rus, Ermeni, Gürcü, Rum şarkı ve danslara rap, vals, slow, tango eklendi... Sergiler, sokak tiyatrosu, mim gösterileri, şiir düelloları izledi. Bu küçük adım o kadar etkili oldu ki, yazarlar, şairler, ressamlar, parlamenterler, bakanlar icabet etmeye başladı. Herkes Cumayı iple çeker oldu. Ardzınba da dayanamadı, geldi, 10 yıldır ilk kez dans etti. Beni, sen sihirbaz mısın diyerek kucakladı. Velhasıl Sezainin Karnavalı taa Nalçike, Maykopa, Moskovaya, Leningrada kadar uzanan bir efsane oldu. O hafta karnaval varsa savaş yok demekti. (Bu karnavalı, Agopun cafesini, Agopu ve Ritsa Otelini ayrıca yazacağım).
Savaş yaklaşıyordu ve Ardzınba, Savaştan çok, sonrasını düşünüyorum. Gürcüler bizi yenemez ama bu savaşta en değerli insanlarımızı kaybedeceğiz. Zaten nüfusumuz az ve geride kalanlarla toparlanmamız kolay olmayacak diyordu. Bu dokunaklı sözler bana, tanıdığımda politikanın acemisi olan Ardzınbanın artık halkının kaderine hükmeden bir lidere dönüşmeye başladığını anlattı...
Türkiyeye gelişimizden kısa süre önce önce Ardzınbanın ofisinde hazırlıkları gözden geçiriyorduk. Yorgundu, gergin ve tedirgindi. Ayağa kalktı, geniş pencerelerden eski limana, dev okaliptus ağaçları arasından Karadenizin maviliğine uzun uzun baktı. Sesi titriyordu, Biliyorsun Şevardnadze tüm çağrılarımızı ve görüşme taleplerimizi reddediyor. Bugün bir kez daha telefonla ulaşmaya çalıştım, görüşmedi, yardımcısı kaçamak cevaplar verdi. Artık savaşın çok yakınımızda olduğunu hissediyorum. Bu, her bakımdan haksız bir savaş olacak. Gürcistan hırsızı, uğursuzu, narkomanı üstümüze salacak, biz ise tam tersine en iyi, en nitelikli gençlerimizle kendimizi savunacağız. Savaşın en büyük haksızlığı burada. Bizi yenmeleri, Abhazyayı ele geçirmeleri mümkün değil. Tarihte hiçbir güç Abhazyayı ele geçiremedi. Gürcüler de bunu yapamayacak. Ama en değerli insanlarımızı kaybedeceğiz. Savaşın kendisinden çok sonrasını düşünüyorum. Zaten nüfusumuz az ve geride kalanlarla yeniden toparlanmak hiç de kolay olmayacak dedi.
Bu dokunaklı konuşma bana, tanıdığımda politikanın acemisi olan Ardzınbanın artık halkının kaderine hükmeden bir lidere dönüşmeye başladığını anlattı. Konuşma dramatikti ama benim açımdan güven vericiydi. Onu teselli edecek hiçbir söz yoktu. Sadece, bu konuşmanın kendisine olan inancımı ve saygımı pekiştirdiğini söylemekle yetindim.
Tekrar masasına döndü ve önündeki dosyalara bakarak, Önümüzdeki parlamento toplantısında egemenlik meselesini görüşeceğiz ve karar alacağız. Zira artık Gürcistan Parlamentosunun ve Gürcistan Devlet Konseyinin aldığı kararlar sonucunda bizim Gürcistanla hiçbir huhuki ilşikimiz kalmadı. Bu durumda biz de kendi yolumuzu belirlemek durumundayız. diye devam etti.
Ömümüzdeki parlamento toplantısı 23 Temmuz Perşembe günü (1992) yapılacaktı. Türkiye ziyareti ise 24 Temmuz Cuma günü başlayacaktı.
Bu durumda Türkiye ziyaretini erteleyecek miyiz ya da siz gelmeyecek misiniz diye sordum. Zira, egemenlik kararının Gürcistanı kızdıracağı, ayrıca hemen Türkiyeye gitmenin Rusya tarafından nasıl algılanacağı da belli değildi. Haydi bunları bir tarafa bıraktık, bu denli kritik bir karar sonrası bir numaralı liderin ülke dışına gitmesinin halk tarafından nasıl değerlendirileceği düşünülmeliydi. Bunları sordum. Gülümsedi. Hepsini düşündüm. Türkiyeyi ziyaret programı şimdilik aynen devam edecek dedi. Biraz daha üsteledim. Zira, Türkiyeden (yönetimden ve diyasporadan) karşılığı olmayan yüksek bir beklenti içinde olmasından korkuyordum. Türkiye ziyaretinin önemi ve beklentiler konusunda hep ölçülü ve temkinli değerlendirmeler yapmıştım. Bu kritik dönemde, Abhazyanın bağımsızlığı yolunda atılacak en önemli ve bir o kadar da tehlikeli bir adımdan hemen sonra Türkiyeye gitmekle beklenti çıtasını çok mu yükseltiyorduk?.. Ayrıca Türkiyede hedeflenen görüşmelerin çok gerisinde bir ziyaret programı oluşmuştu. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı ile görüşme henüz konfirme edilmemişti.
Bunları önümüzdeki günler düşünmeye ve değerlendirmeye devam ederiz dedi. Düşünme ve değerlendirme son ana kadar devam etti.
23 Temmuz 1992de Abhazya Parlamentosu egemenlik kararı aldı. Parlamento ve çevresinde toplanan çoşkulu kalabalık bağımsızlık yolunda atılan bu adımı kutluyordu. Muhteşem bir gündü ve üç gün önce Abhazyaya gelen gazeteci dostum Nazım Alpman (Milliyetten) tanık olduğu bu anı, ilk kez bir devletin doğuşuna, kuruluşuna şahit oldum, inanılmaz diye özetliyordu.
23 Temmuz sabahı, Abhazyanın hemen her bölgesinden gelen binlerce insan Parlamento binasının etrafında coşkulu bir kalabalık oluşturdu. Sloganlarla, bayraklarla, pankartlarla, çiçeklerle, şiirlerle, şarkılarla Parlamentoya destek veriyorlardı. Tam bir bayramdı. Saat 15:00 sularında Parlamento oybirliği ile (Abhaz, Rus, Ermeni ve Rum vekillerin tamamının oyu ile) Abhazyanın egemenlik kararını aldı ve ilan etti. Egemenliğin simgesi olarak bayrak ve devlet arması kabul edildi, milli marş için karar alındı. Muhteşem bir gündü ve üç gün önce Abhazyaya gelen gazeteci dostum Nazım Alpman (Milliyetten) tanık olduğu bu anı, ilk kez bir devletin doğuşuna, kuruluşuna şahit oldum, inanılmaz diye özetliyordu. (Nazım Alpman, bir haftalık Abhazya ziyaretini Milliyette kapsamlı bir yazı dizisi ile milyonlara aktarmış, Abazların Tanrı tüm halkları özgür, mutlu ve müreffeh kılsın, Abhazları da unutmasın duasına uluslararası ün kazandırmıştı.Tşk.)
Egemenlik bayramının sıcaklığını üstümden atıp Türkiyeyi ziyaret için hazırlıkları gözden geçirmek (görüşmelerde masaya konacak tanıtım ve proje dosyalarını tamamlamak ve ziyaret programına son şeklini vermek) üzere ofise geçmiştim. Saat 19:00 suları Ardzında kapıdan başını uzattı, gidiyoruz dedi.
24 Temmuz Perşembe günü saat 10:15de, bizi Soçiden İstanbula getirecek uçak havalandığında, hepimizi için için kemiren Rusya veya Gürcistanın Rusyadaki eli Türkiyeye gidişimizi engeller mi tedirginliği yerini işler yolunda rahatlığına bıraktı. Ardzınba ve beraberindekiler, ülkelerini temsilen, Rusya dışında bir ülkeye ilk kez gidiyordu. Ve Türkiyedeki Abhaz-Adige diyasporası ilk kez anavatandan bu düzeyde bir heyeti karşılayacaktı. Yeterince heyecan vericiydi. Ve 7 günlük ziyaretin her anı heyecan dolu geçti.
Resmi-gayrıresmi tüm görüşmelerin Abhazca yapılması konusunda mutabakata varmıştık. Ve tercüme işi bana düşüyordu. Abhazcaya o denli hakim olmadığımı söyleyince, Ardzınba, Abhazcaya değilse de Abhazyaya hakimsin. Benim de Abhazcam iyi değil. Senden, görüşmelerde ne söylediğimi değil ne söylemek istediğimi anlatmanı istiyorum diyerek özgüvenimi yükseltti.
Gezi ufak tefek aksiliklerle başladı. Atatürk Havaalanında bizi karşılayacak ekip yanlış uçağa gitmiş, çaresiz pasaport kontrolüne vardığımızda bizi bulabilmişti. Çıktığımızda ise kim hangi araca binecek kargaşası yaşandı. Hesapta olmayan bir oldu-bitti ile yüz yüzeydik; karşılama ekibinde Tarık Ümit de vardı ve Ardzında ile ben apar topar T. Ümitın aracına bindirildik. Türkiye ziyaretinin derin devlet ve mafya ile şaibelenmesi iyiye alamet değildi. Bu, pimi çekilmiş bir bombanın kucağa düşmesi gibi bir şeydi. T. Ümit, Ardzınba ile aynı sülaledendi. Temsilcilerle birlikte daha önce Abhazyaya gelmiş, ilişki ağı, gücü ve becerisi konusunda Ardzınbayı etkilemeyi başarmıştı. T. Ümit konusunda temsilciler arasında da görüş farklılıkları vardı. Ancak baskın ve ele avuca sığmaz bir karater olduğu için kimse başa çıkamıyordu. Ardzınbayı akrabasından uzak durması konusunda ikna etmem o kadar kolay olmadı. Hiç değilse bu ilişkinin özel kalmasını, resmi ve açık görüşmelerde yer almamasını sağlayabildim.
Ardzınba ve heyeti Türkiyedeyken, Başkakan S. Demirel ve Dışişleri Bakanı H. Çetin Tiflise giderek Şevardnadze ile anlaşma imzaladılar. Bu, Şevardnadzeye Abhazyaya saldır, destekliyoruz demekti. Belleğimize, arkadan hançerlendik olarak kazındı...
Türkiye ekibimiz hükümet düzeyinde görüşme ayarlayamamıştı ancak Ardzınbanın mevkidaşı TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile Dolmabahçe Sarayının şaşalı ortamında yaptığımız görüşme, Cindorukun babacan ve insanı rahatlatan kabulü ile hepimizi motive etmişti. İyi bir başlangıçtı ve başarılı bir görüşmeydi. Akabinde Adapazarındaki diyaspora ile büyük kucaklaşma, Ardzınbaya iyi ki geldik dedirtecek cinstendi. İstanbuldaki basın toplantısı, röportajlar, protokol yemekleri, İTO ziyareti, Ankarada Anıtkabiri ziyaret ve özel protokol defterine tarihte ilk kez Abhazca yazmak hepimizi kanatlandırmıştı. (Anıtkabir ziyaretimiz görülmeye değerdi. Devlet başkanı ziyaret protokolü uygulanmıştı. Aslanlı Kapıda tören-protokol amiri (albay) tarafından karşılanmış, önde Ardzınba arkada 30-40 kişilik Apsua-Dzohua heyeti ağır adımlarla Anıtkabire yürümüş, iki askerin taşıdığı çelengin Ardzınba eliyle mozolenin önüne konulması sonrasında Anıtkabir özel defterinin yazılması törenine geçilmişti. Bir gün öncesinden Ardzınba ile deftere yazılacak metin üzerinde çalışmış, Abhazca olarak bir paragraflık özlü bir metin oluşturmuştuk. Protokolün kendisini çok heyecanlandırdığını, defteri yazarken tuttuğu kolumu morartırcasına sıkmasından anlayabiliyordum. Yazı bitip dönüş yoluna koyulduğumuzda hala kolumu sıkıyordu; yüzü terlemiş ve için içini yiyordu. Kulağıma kahretsin unuttum, bir sözcüğü eksik yazdım, dedi. Ben de, önemli olanın o deftere Abhazca yazmak olduğunu, küçük bir eksikliği dert etmemek gerektiğini belirterek biraz yatıştırmaya çalıştım. Öyle ya, Türkiyenin en yüksek protokolünde yerimizi almış, hem Abhazyanın hem Abhazcanın resmi kayıtlara geçmesi sağlanmıştı.)
TBMMde, Mecliste grubu bulunan siyasi parti yöneticileriyle seri görüşmelerimiz de iyi gitmişti. Hele DSP grubunda Genel Başkan Bülent Ecevit ile görüşmemiz çok sıcak ve samimi geçmişti. (Bu görüşmenin ilginç detayını da sizlerle paylaşmak isterim: Refah Partisi grubundaki görüşmemizin bitimi ile DSP grubu ile görüşmemiz arasında 15 dakika kadar zaman vardı. Ekibin bir bölümü koridordaki tuvaletlere yönelmiş bir bölümümüzde Ardzınba ile birlikte biraz arkadakiler bekleyerek ağır ağır yürüyoduk. Rahmetli Ecevit gelmekte olduğumuzu duyunca koridora çıkarak bizi karşıladı ve arkadakileri bekleyemeden toplantı odasına geçtik. Tokalaşma ve tanışma faslından sonra büyük toplantı masasına oturduk. Ecevit tüm nezakati ile hoşgeldiniz konuşmasına başladı. 3-5 saniye sonra kapı çalındı, heyetten bir-iki kişi daha içeri girdi, Ecevit yerinden kalkıp onları kapıda karşıladı, yerlerine oturttu, konuşmasına devam etti. Derken kapı bir kez daha çalındı, yine aynı seremoni, tekrar konuşma, tekrar kapı... Ardzınba bu duruma çok kızmıştı, bana döndü, vara dedi, patlayasıcalar, ya toplanıp birlikte girseler ya da koridorda bekleseler ya!... Absürd ancak insani bir durumdu. Neyse ki Ecevitin nezaketi ve hoşgörüsü ile sonrası iyi geçti. Ecevit, kendisine verilen özet bilgiyi dikkatle dinledi, yetinmeyip sorular sordu. Tam görüşme bitecekken G. Alamia Eceviti şair olarak bildiğini, şiirlerini Rusca çevirilerinden okuduğunu ve çok etkilendiğini söyledi. Ecevit memnundu, birkaç imzalı kitabını Genaya verdi. Bu görüşmenin başarılı geçtiğini, Abhazyada savaş başlar başlamaz Ecevitin yaptığı basın açıklaması ile bir kez daha anlayacaktık. Ecevit, 19 Ağustos tarihli açıklamasında, Gürcistanın Abhazyaya saldırısında Türkiyenin vebali olduğunu açıkca belirtecekti.)
Ancak, ANAP (dönemin anamualefet partisiydi) Genel Başkanı Mesut Yılmazla yaptığımız görüşme, dipten dibe nasıl bir blokajla karşı karşıya olduğumuzu anlamamızı sağladı. Yılmazın, görüşme sırasında, Dışişleri Bakanlığının kendisine Abhazya heyeti ile görüşmemesi konusunda telkinde bulunduğunu ancak bunu kabul etmediğini açıklaması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Abhazyaya olumsuz bakışını deşifre etti. Bununla kalsa iyiydi, bizim heyet henüz Türkiyedeyken Başbakan (S. Demirel) ve Dışişleri Bakanı (H. Çetin) ile görüşmek üzere randevu beklerken her iki zat 30 Temmuz günü Tiflise giderek Gürcistanla -Abhazya, Acaristan ve Güney Osetyayı da içine alan üniter devlet yapısını onaylayan- anlaşmalar yaptılar. Televizyondan, Demirelin Tiflis Havaalanında, Türkiye ile Gürcistan arasında yepyeni ve sıcak bir ilişkinin kurulmakta olduğunu ilan edişini izledik. Demirel-Şevardnadze kucaklaşması ve taraflar arasında imzalanan 6 ayrı anlaşma... (Muhtemeldir ki, Şevardnadzenin iki hafta sonra Abhazyaya saldırı kararında Türkiyeden aldığı bu desteğin büyük payı vardır.) Hepimiz üzerinde büyük hayal kırıklığı yaratan bu durum, birçoğumuzun belleğine arkadan hançerlendik olarak kazındı.
Ardzınba ve heyeti diyaspora ile kucaklaşmanın heyecanı ve T.C. Hükümetinin tecritinin hayal kırıklığı ile Türkiyeden ayrıldı. Ben de onlarla geri dönecektim. Son gün akşam odasına çağırdı. Burda kalmalısın. En azından 1-2 hafta kalmalı ve yaptığımız görüşmelerin takipcisi olmalısın. dedi. İtiraz ettim, Ya savaş çıkarsa. İyi ya dedi. Savaş çıkarsa Türkiyede yapılacak çok iş var... Ve çantasından kalınca bir zarf çıkardı, Al, burda biraz para var. Senindir. Bir süre buradaki masraflarını karşılar. Olmazlanmalarım işe yaramadı. Üsteledi, maaş olarak düşün dedi. Zarfı çantama koydum.
Ertesi gün, heyeti yolcu ettikten sonra evde zarfı açtım, çoğu 5lik, 10luk toplam 2.280 dolar vardı. Bu parayı gönül rahatlığı ile kabul edebilir ve harcayabilirdim. (Zira, bu gezinin yol ve konaklama masrafları hariç, Abhazyada bulunduğum bir yılı aşkın süredir tüm masraflarımı kendim karşılamıştım.) Ancak paranın küçük banknotlardan oluşması, bir anda, bunun Sohum gümrüğünden giriş yapanlardan alınan 10 dolarlık vize paraları olduğunu anlamamı sağladı. Daha doğrusu, böyle olabileceğini düşündürttü. Pratik bir hesapla 228 kişiden toplanan 2.280 dolar. Eh, bu da makuldü; gümrük açılalı 8 ay olmuştu ve bu yolla Abhazyaya ancak bu kadar insan giriş yapmıştı. Bu bir anlamda Abhazyaya resmi olarak gelen dövizin toplamı idi. Ardzında, bu parayı heyetin yolluğu olarak yanına almış, ancak Türkiyedeki tüm masraflar ev sahpleri tarafından karşılandığı için harcanmamıştı. Sonuç olarak, Abhazyanın sahip olduğu yegane döviz ellerimdeydi. Yüzümde acı bir tebessüm, ilk görüşmemizde Ardzınbaya iade etmek üzere paraları zarfına koydum. Ve bu görüşme 12 Ekim 1992de Lihnida oldu. Zarfı uzattım, Abhazyanın döviz rezervini çarçur edemezdim dedim. Bunu nasıl anladığımı sordu. Sadece gülümsedim...
14 Ağustosta Gürcistan ordu birlikleri Sohuma dayandı. Amaçları Sohumu teslim almak ve Abhazya yönetimini lağvetmekti. Abhazların elinde silah yoktu, cephane yoktu. Ama direnmek için ihtiyaç duyulan iki şey vardı: Kararlılık ve cesaret...
Ve Türkiyede, Ardzınbanın talimatıyla
yaptığımız görüşmelerin takibi, camia ile ve basınla ilişkileri geliştirmekle
uğraşırken ve 17 Ağustosta Abhazyaya dönmek üzere hazırlık yaparken, 14
Ağustos Cuma günü, Gürcistan Abhazyaya saldırdı. Gürcü askeri birlikleri
ellerini-kollarını sallayarak Gal, Oçamçira ve Gulrıpşı geçmiş, Sohuma
KrasnyMost (Kızıl Köprü)- kadar kolayca gelebilmişti. (Abhazyanın, Sohum,
Oçamçira ve Gudautadaki Rus askeri kışlalarından edinilmiş birkaçyüz hafif
silahla oluşturulmuş küçük milis-gerilla grubu dışında örgütlü bir askeri gücü
yoktu.. Yine de, Gürcü birliklerinin Sohuma kadar hiç silah patlamadan nasıl
kolayca gelebildiği, halen sorgulanmaktadır.) Geç saatlere kadar taraflar
arasında görüşmeler yapılmıştı. Abhazya Gürcü kuvvetlerinin çekilmesini,
Gürcistan ise Sohumun teslim edilmesini istiyordu. Taraflar birbirine 24:00e
kadar süre vermişti. Ve gece yarısı KrasnyMostta (Kızıl Köprü) silah sesleri
duyuldu. Böylece, 30 Eylül
Ardzında ve Abhazyanın yönetim kadroları o gece Gudautaya geçmişti. Abhazyanın cılız direnişine karşı denizden ve havadan desteklenen Gürcü birlikleri 15 Ağustos akşamı Sohumu büyük ölçüde ele geçirmişti. Gürcistan Abhazyanın Rusya ile bağlantısını kesmek üzere Gagraya da çıkartma yapmıştı. Gal ve Oçamçira ile birlikte, Abhazyanın hemen hemen yarısının, iki gün içinde Gürcistanın kontrolüne geçtiği anlaşılıyordu.
Abhazyanın elinde silah yoktu, cephane yoktu. Ama direnmek için ihtiyaç duyulan iki temel şey vardı: Kararlılık ve cesaret...
Kararlılık ve cesaret Ardzınbanın usta liderliğinde dünyada eşi benzeri görülmemiş bir direnişe, destansı bir özgürlük savaşına dönüştü. 30 Eylül 1993de Gürcistan işgal kuvvetleri Abhazyadan sökülüp atıldı ve Abhazyayı bağımsızlığa taşıyan süreç başlamış oldu.
Eylül 2008